Kategori: Genel

Uyurken Dişinizi mi Gıcırdatıyorsunuz? Çağımızın Hastalığı Diş Sıkma (Bruksizm) ve Tedavi Yöntemleri

Günümüzde pek çok kişide görülebilen diş sıkma/diş gıcırdatma alışkanlığının birden fazla nedeni olabilir. Bu rahatsızlığın tedavisinde önemli olan bunu fark edebilmektir. Çünkü genelde uyurken yapılan bu eylem kolay fark edilebilen bir rahatsızlık değildir.

Diş sıkma/diş gıcırdatma alışkanlığı bruksizm olarak adlandırılır. Toplumun büyük bir kısmında diş sıkma/diş gıcırdatma alışkanlığı olmasına rağmen, farkında olanların sayısı çok azdır. Uykuda bilinç altında olduğu için kişi, diş sıktığının farkında olmaz, sadece sonuçlarını fark edebilir. Özellikle sabah şakaklarda yoğunlaşan baş ağrıları, kulak önlerinde ve yanaklarda ağrı, diş gıcırdatmaya bağlı diş yüzeylerinde anormal aşınma, yüzde yorgunluk hissi, dişlerde hissedilen hassasiyet, dil kenarları ve yanak içlerinde diş izlerinin belirgin olarak izlenmesi bruksizme bağlı olabilir.

Bruksizmin nedenleri nelerdir?

Stres, beslenme yetersizliği, alerjik ve endokrin hastalıklar, santral sinir sistemi bozuklukları, genetik faktörler, ilaç kullanımı, maloklüzyon, yanlış dental tedavi uygulamaları bu rahatsızlığın nedenleri arasında sayılabilir.

Bruksizmin tedavi yöntemleri nelerdir?

Davranışsal Tedavi

Bruksizm, sigara, alkol, kafein ve ilaç bağımlılığı gibi risk faktörlerinden kaçınma, eğitim düzeyinin arttırılması, rahatlama teknikleri, uyku hijyeni, hipnoterapi, bilişsel davranışsal teknikler gibi davranışsal stratejilerin uygulamaya konması ile kontrol edilebilir.

Dental Tedavi

Bruksizm tanısı konmuş hastalar iyi bir ağız hijyeni, uyku düzeni ve sağlıklı yaşam alışkanlıkları edinmelidir. Ağız ve yüz yapılarının daha fazla zarar görmesini engellemek için düzenli kontrol tedavide önemli bir rol oynar. Bruksizmin tedavi edilmesinde diş hekimine büyük görev düşmektedir. Diş gıcırdatma problemi için hastanın ağız ve diş yapısına göre gece plağı (dental splint) yapılabilir. Bu diş plakları çene fonksiyonuna göre değişiklik gösterebilir. Dental splintler dişlerin aşırı kapanışını önler ve böylece kasların aşırı çalışmalarına izin verilmemiş olur. Dişler arasındaki uyumsuzluğu ve diş aşınmalarını önleyen, sert akrilden yapılan hareketli apareylerdir. Bruksizmdeki kas hassasiyeti, baş ağrısı, kulak ağrısı, çiğneme kaslarında hassasiyet, kaslarda ağrılı spazmlarla ilişkilidir. Aşırı çalışan kasların dinlenmeleri ve iyileşmelerini sağlamak amacıyla dental splint uygulamaları ortak tedavi yaklaşımlarından biridir. Ancak splintler hastayı iyileştirmez, sadece onlara kendilerini iyileştirme şansı sağlar.

Fizik Tedavi Uygulamaları

Burada ağrı kesici elektrik akımları, yüzeyel ve derin doku ısıtıcıları kullanılır. Kullanılan metotlar akupunktur, Transcutaneous Electrical Nerve Stimulation (TENS), ultrason, masaj, soğuk ve sıcak uygulamaları, enjeksiyon ve egzersiz gibi metotlardır. Böylece hastanın ağrısı azalır, kasılmış bulunan kaslar gevşer, kısalmış dokuların gerilmesi için iyi bir zemin hazırlanmış olur.

Bruksizm Tedavisinde Hipnoz Kullanımı

Klinik hipnoz bruksizmin tedavisinde oldukça etkilidir. Hipnozla hastanın rahatlaması sağlanır ve oto hipnoz yöntemiyle de kontrolü kendi eline alma olanağı hastaya verilir. Hipnozun kaslar üzerinde de rahatlatıcı bir etkisi vardır. Bu sayede bruksizmin kaslar üzerindeki yıkıcı etkisi de azaltılabilir.

Yazan: Dt. Beyza Ünal Görgün

“Dişler Yolunda” Online Devam Ediyor

Diş Dostu Derneğinin 2002 yılında başlattığı Dişler Yolunda projesi Covid-19 nedeniyle online yoluna devam ediyor. İlk online eğitimi Manisa Salihli’de veren Dernek önümüzdeki günlerde de pek çok çocuğa ulaşmayı hedefliyor.

Bireylerin sağlık davranışlarını geliştirebilmesi ve yaşam biçimi hâline getirebilmesini sağlamak, gündelik temizlik alışkanlıklarının içerisine mutlaka ağız ve diş sağlığı temizliğini koymaları gerektiği bilincini yaymak amacıyla, Diş Dostu Derneği 2002 yılından bu yana Dişler Yolunda Projesi adıyla çeşitli projeler ve aktiviteler düzenliyor, uyguluyor. Covid-19 nedeniyle okulların eğitimlerine online olarak devam etmek durumunda kaldığı dönemde Dernek de çocuklara online eğitimle ulaştı. Diş Dostu Derneği üye diş hekimlerinden Dt. Selin Erginer ile ilki düzenlenen eğitimin durağı Manisa Salihli’ydi. Doğru diş fırçalama, diş fırçalama süreleri, diş dostu beslenme tarzı hakkında pek çok bilgiyi içeren eğitime öğrenciler büyük ilgi gösterdi, velilerin soruları da yanıtlandı.

Bugüne kadar birçok ildeki ilköğretim okulunda sayısız öğrenciye ağız ve diş sağlığı bakımı eğitiminin verilmesini sağlayan proje “Dişler Yolunda Online” adıyla devam edecek. Eğer siz de 4-12 yaş arası çocuklarınızın ağız ve diş sağlığı ile ilgili eğitimlerimize katılmasını isterseniz bizimle iletişime geçebilirsiniz.

 

Yazan: Ceylan Akgün

Hangi Diş Macunu, Hangi Diş Fırçası?

Diş hekimlerine en çok sorulan sorulardan biri hangi diş macunu ve diş fırçasının kullanılması gerektiği. Peki, siz tam anlamıyla bunun cevabını alabildiniz mi?

Ağız ve diş sağlığı temizliğinde fırçalama tekniği, mekanik temizliğin önemi kullanılan ürünlerden çok daha önemli. Hastalarımız diş eti çekilmesi, diş eti kanamaları, diş aşınma ve hassasiyeti gibi şikâyetlerle kontrole geldiklerinde çoğunlukla gördüğümüz şey yanlış fırça veya yine yanlış fırçalamadan kaynaklı oluşan problemler. Yani cerrahi operasyon sonrası kullanılacak seviyede çok yumuşak bir fırça günlük kullanım için yeterince plağı temizlemediği için plak birikimine ardından diş eti iltihaplarına ve kanamalarına sebep olabiliyor. Ya da aşırı sert bir fırça kullanımı veya sert fırçalama tekniği dişlerde istenilmeyen aşınmalara sebep olabiliyor. Hatta bazen hastalar bu aşınmaları diş eti çekilmeleri ile karıştırabiliyor. Hangi ürünleri kullanmalıyız sorusunun cevabına gelince orta sertlikte, düz fırça kıllarına sahip diş fırçaları diyebilirim. Küçük başlık tercih edilmesi ağız içinde en arka dişlere de ulaşımı kolaylaştırdığı için öncelikli tercihimiz olmalı. Ama sadece fırçalama yeterli değil. Diş ipi ve ağız duşu gibi tamamlayıcı ağız ve diş temizleyicilerini de olaya dahil etmek gerekiyor. Diş ipi kullanımına çok da alışkın olmayan bir toplum olsak da neyse ki yeni nesil bu konuda biraz daha açık fikirli. Diş ipi de fırçalama kadar önemli ve olmazsa olmaz. Çünkü özellikle diş fırçasının ulaşamadığı alanlarda kalan gıda artıklarını uzaklaştırmak için en etkili yöntem. Nitekim çürüklerin çoğu, özellikle de ara yüz çürüğü olarak isimlendirdiğimiz çürükler, dişin fırçalanmasına rağmen kalan artıklar yüzünden oluşuyor. Bu sebeple  özellikle diş araları sık olan hastalarda diş ipi muhakkak kullanılmalı. Diş aralarında boşluklar olan hastalar için ise diş ipi yeterli gelmeyeceği için diş arası fırçalarının kullanımı daha uygun olacaktır. Ama hangisini kullanmanız gerektiğini öğrenmek için bir hekim kontrolünde yol almanız önemli. Ağız duşu uzun zamandır var olan bir ürün olsa da toplum gerekliliğini yeni yeni öğrenmeye başlıyor. İçeriğinde bulunan su haznesine koyduğunuz su, gargara karışımını ağız içine uygun basınç ve kuvvette  püskürterek diş aralarında, diş ceplerinde, köprü altı ve implant çevresinde hatta ortodonti tedavisi gören hastalarda braket çevresinde birikmiş plağı temizlemede oldukça etkili bir ürün. Bu sebeple etkili ve tam bir temizlik için istediğimiz uygulamalar diş fırçalama, diş ipi ve ağız duşu kullanımı. Zaten bu uygulamaları düzenli olarak kullanan hastalar etkili temizlik sağladıklarından çürük ve ağrı sebebiyle değil hekimlerine yalnızca yıllık kontrolleri için gidiyorlar.

Yazan: Dt. Beyza Ünal Görgün

Kime, Niye, Neden Bu Öfke?

İnsanız… Hem kendimizden, hem ilişkide olduğumuz insanlardan, hayatımızın geçtiği toplumsal sistemden beklentilerimiz var. Fizyolojik ve psikolojik açıdan sağlıklı olabilmemiz için yaşama dair ihtiyaçlarımızın karşılanması gerekiyor. Sevmek istiyoruz, sevilmek istiyoruz ama özellikle sevdiğimizin bizi sevmesini istiyoruz. Onaylanmak, toplumda kendimize has, biricik ve tek olan yapımızla kabul görmek istiyoruz. Kişisel alanımızın korunmasını, kararlarımıza, duygu ve düşüncelerimize saygı gösterilmesini istiyoruz. Anlaşılmak istiyoruz. Peki biz anlayabiliyor muyuz? Biz istiyoruz da verebiliyor muyuz? En önemlisi bu hayatla dans ederken dengeyi tutturabiliyor muyuz?

Günümüzde her geçen gün şiddet olayları artıyor. Özellikle Kovid-19 sürecinde dünyada ve ülkemizdeki veriler doğrultusunda fiziksel şiddetin, psikolojik destek, hukuki yardım talebinin arttığını görüyoruz. Peki kime, niye, neden bu kadar şiddet?

Sosyal biliş anahtar kavram

Şiddeti, saldırgan davranışları anlayabilmek için öncelikle tanımı iyi yapmak gerekir. Saldırganlığı başka bir organizmayı incitmeye, zarar vermeye yönelik davranışların bütünü olarak ifade edebiliriz. Evet, insan olmanın getirdiği hayatta kalabilme, üreyerek genlerimizi bir sonraki nesle aktarabilme gibi gündelik hayatı yaşarken farkında bile olmadığımız kaygılarımız saldırganlığı tetikler. Ama saldırganlığı içgüdüsel bir davranış olmaktan çok sosyal biliş dediğimiz, karşımızdakinin bir durum karşısında duygu ve düşüncelerini aynı düşünmese de anlayabilme, bakış açısının bizden farklı olabileceğini kabul edebilme yetisi ile çok daha ilişkilendirerek yorumlamak toplumsal yapı için daha faydalı olacaktır. İnsanlar, önce kendi duygu, düşüncelerini sonrasında diğer insanların bakış açılarını anlayabildiklerinde ve kendi bakış açılarını diğerlerinin bakış açılarından ayırt edebildiklerinde diğer insanları anlama potansiyelleri gelişir. Karşısındaki kişiyi anlama becerisi yüksek olan bireyin de olaya yaklaşımı, anlaşmazlık durumlarında işlevsel çözümler üretebilme, duygularını kontrol ve yönetme tarzı daha nitelikli olur. Şiddet eğilimi konusunda anahtar kavram olan sosyal biliş bireyin kendisi, başkaları, içinde bulunduğu sosyal sistemin davranışları ve değerleri üzerine düşünebilmesidir. Bu kapasitenin gelişmesini sağlayan en temel şey de aile ve ailenin içerisinde bulunduğu çevredir.

Şiddetin temelinde aile var

Eğer aile bireyin sosyo-duygusal ihtiyaçlarını karşılamıyorsa, varlığını yok sayıyorsa, kendi olma, duygu ve düşüncelerini ifade etme girişimlerini erken yaşlardan itibaren engelliyorsa kişide öfke duygularının oluşumu kaçınılmazdır. Bir de üzerine hakaret, aşağılama içeren sözel, vurma, itme davranışları gibi fiziksel şiddete maruz kalıyorsa insan engellenmişlik, değersizlik hisleriyle dolu, yaşanılan dünyayı ve dünyada yaşayanları düşman olarak algılayan bir zihinsel yapıya sahip olur. Bu da öfke birikimini ve şiddetin kolaylıkla gerçekleşmesini tetikleyebilir. Saldırganlık gelişiminde şiddet davranışlarını gözlemleyen çocuk model alarak bu davranışları içselleştirir, kanıksar. Bir de bu davranış ödülle sonuçlanıyorsa, aile veya çevre içerisinde bir çözüm üretmek, istediklerini elde etmek için kullanılıyorsa şiddet davranışını çocuk kendisi de tekrar etmek isteyebilir. Davranış bu şekilde öğrenilmiş olur. İçinde yaşadığı sistemde şiddet davranışı kişiyi diğerlerine karşı avantajlı ve üstün kılıyorsa, karşılığında herhangi bir yaptırımla karşılaşmıyorsa saldırganlık sürekli ve alışkanlık hâline gelebilir. Bu sayede saldırganlık davranışı sergileyen bireyler yüksek düzeyde özgüvene de sahip olurlar. Saldırganlık aynı zamanda beyindeki ödül merkezini harekete geçirir. Şiddete eğilimi olan birey engelleyici bir yaptırımla karşılaşmıyorsa ve şiddet davranışından zevk alıyorsa, şiddeti sürekli tekrarlama potansiyeli çok yüksektir.

Eğer aile bireyin sosyo-duygusal ihtiyaçlarını karşılamıyorsa, varlığını yok sayıyorsa, kendi olma, duygu ve düşüncelerini ifade etme girişimlerini erken yaşlardan itibaren engelliyorsa kişide öfke duygularının oluşması kaçınılmazdır.

Toplumun yapısı saldırganlığı etkiler

Saldırganlığı bütüncül bir yaklaşımla değerlendirmek daha sağlıklı olacaktır. İç içe geçmiş matruşkalar misali olayı ele alırsak belli genetik kodlarla ve fizyolojik yapı ile dünyaya gelen çocuğun ailesi, ailenin stres düzeyi, çocuk yetiştirme ve disiplin verme tarzı, sosyoekonomik koşulları; mahalle, şehir, geleneksel yapı, değerler, ülkedeki sosyo-politik duruş, genel anlamda farklı olanın duygu, düşünce, davranış şekline yaklaşım tarzı, linç kültürü anlayışı, kızını dövmeyen dizini döver ya da dayak cennetten çıkmadır yaklaşımı saldırganlığın oluşumuna etki eden faktörlerdir. Bugün baktığımızda şiddeti sadece düşük sosyoekonomik düzeyde görmüyoruz. Entelektüel ve ekonomik düzey yükseldikçe üstün olma, gücü daha stratejik olarak kendi lehine kullanma kapasitesi de artıyor. Şunu unutmamak gerekiyor, her şeye sahip olmak, narsistik duyguları yüceltmek, bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığı ile her türlü şiddete şahsi menfaatler doğrultusunda sessiz kalmak, çok kısa bir süre sonra ibrenin kendimize de döneceğinin riskini almak demektir.

Şiddete maruz kalmak şiddeti körüklüyor

Her bireyin mizacı, zihinsel yapısı, ailesinde ve çevresinde fiziksel, psikolojik, sözel olarak deneyimlediği şiddet davranışlarının miktarı, kalıp yargıları, dünyayı algılama şekli birbirinden farklıdır. Bu sebeple farklı
bilişsel seviyelere, önyargılara, bilgi ve tecrübelere sahip bireyler dış çevredeki uyaranlara, provokasyonlara farklı şekilde cevap verir. Bununla birlikte, yapılan birçok araştırma erken yaşlardan itibaren sıklıkla fiziksel ve sözel saldırganlığı gözlemlemiş veya deneyimlemiş, kökleşmiş agresif davranışları olan bireylerin dış uyaranları daha kişisel algılayarak, bu uyaranlara çok daha agresif davranışlarla cevap verme olasılığının yüksek olduğunu gösteriyor.

Yazan: Pelin Haymana / Aile Danışmanı ve Psikoterapist

Pandemi Gölgesinde Diş Hekimliği

31 Aralık 2019’da Çin’in Wuhan şehrinde başlayan Koronavirüs hastalığı yalnızca birkaç ay içerisinde milyonlarca kişinin enfekte olmasına neden olan bir küresel hâline geldi. Salgın yaşamın her alanını, özellik de sağlık hizmetlerine erişim olanaklarını oldukça etkiledi.

Koronavirüs’ün başlangıcından itibaren diş hekimleri, sadece acil ve hayatı tehdit eden tedavi hizmetlerini vermekle görevlendirildiler. Düzenli kontroller, estetik diş tedavileri, Sağlık Bakanlığının diş hekimlerine gönderilen bildirgesince kısıtlandı. Buna eşzamanlı olarak Türk Diş Hekimliği Birliği tarafından biz hekimlere gönderilen bildirgede de, hastanın son yurtdışı seyahatlerinin değerlendirilmesi, tedaviden önce temassız ateş ölçme, dezenfeksiyona ve hijyene ekstra önem verilmesi, koruyucu ekipmanların uygun kullanımı, her hastadan sonra otoklav sterilizasyonu, rubberdam (kauçuk tükürük koruyucu) kullanımı, işlem öncesi hastaya %1 hidrojen peroksitli gargara yapılması, dezenfeksiyon sıklığının artırılması ve aerosol üreten diş tedavileri için “high volume evaculator” cihazının kullanılması gibi tedavi prosedürlerine birçok kısıtlamalar getirildi. Bütün bu tedbirlerin nedeni, Covid-19 virüsünün başlıca bulaş yolunun havadaki enfekte aerosoller aracılığıyla olması ve diş tedavilerinin özellikle bu riski artırmasıydı. Bu yüzden sağlık mesleği mensupları, özellikle diş hekimleri, hastalarla yakın temastan dolayı yüksek enfeksiyon riskine maruz kaldılar.

Sağlık sorunları erteleniyor

Covid-19 salgının fiziksel sağlık üzerindeki etkileri tartışılmaz olsa da psikolojik sağlık üzerinde hâlâ daha devam eden ve çok daha yıkıcı olan etkilerinin olduğu aşikâr. Türkiye’de yapılan bir ankete göre insanların çoğu Koronavirüs salgınından dolayı kaygı duyuyor ve sağlık sorunlarını, eğer acil değilse, ertelemeyi tercih ediyor. Çoğu hastada çaresizlik, üzüntü, huzursuzluk ve öfke gibi duyguların ortaya çıkması, duygusal hassasiyet, uyku veya yeme düzeninin bozulması, artan alkol-tütün kullanımı gibi bir takım psikolojik yan etkiler ortaya çıkıyor. Ve tüm bunlar hastaların herhangi bir sağlık tedavisinde, tedaviye olan güvenini ve hastanın tedavideki işbirliğini azaltıyor. Özellikle de salgın hastalıklar gibi toplumsal düzeyde korku uyandıran durumlar, depresif bozukluk ve bipolar bozukluk hastalık dönemlerini (depresif duygudurum veya mani/hipomani) tetikleme riski taşıyabiliyor. Fakat salgının psikolojik etkileri sadece hastalarla sınırlı değil. Mevcut çalışmalar diş hekimleri arasında da enfeksiyon kapma endişesinin ve korkusunun olduğunu gösteriyor.

Yazan: Dt. Binnur Artkıy Erfidan